Kayıtlar

Aralık, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

TÜRK ÜLKÜSÜ

Resim
Dünya bir çarpışma alanıdır. Yaratıcı kuvvet, dünyayı bir çarpışma düzeni içinde yaratmış, yaratılanlar çarpışma düzeni içinde yaşayıp bugüne erişmişlerdir. Bunun, neden, niçin böyle olduğu hakkındaki yüksek felsefi düşünceleri bir yana bırakıp gerçeği olduğu gibi kabul edersek, çarpışmaya hazır bulunmanın en hayati prensip olduğu sonucuna kendiliğinden varırız. İnsanlar arasındaki çarpışma, birleşip düzene girmiş topluluklar arasında oluyor. Bu topluluklara millet diyoruz. Milletler, binlerce yıldan beri var. Amansız boğuşmalarda bazıları ortadan kalkmış, bazıları sonradan kurulmuş, fakat milletler her zaman var olmuş, her zaman birbiriyle savaşmıştır. Savaşmak, yaşamak için gereklidir. Çünkü, milli çıkarların çatıştığı davaları bitirmek için, savaştan başka çare bulunamamıştır. Milletleri savaşa hazır bulunduran iki vasıta vardır. Biri maddidir, buna "teknik" diyoruz. Biri ruhidir, "ülkü" adını veriyoruz. Uzun tarih göstermiştir ki, eşit maddi kuvvetler arasındaki

SOSYAL SINIFLAR VE «MİLLET» GERÇEĞİ

Resim
Biz, bir milletin içinde, mevcut olan ve olabilecek ferdi ve zümrevî menfaatleri ve bunların zaman zaman çatışmalarını asla inkâr ve ihmal etmiyoruz. Bununla birlikte, bir milletin ortak menfaatleri de vardır. Bunlar, bütün fert ve zümreleri ilgilendirecek niteliktedir. Bu tipteki millî menfaatler, «millî iç ve dış meseleler» adı altında toplanabilir. Kendi menfaatini, milletin menfaati içinde bulamayan fert ve zümreler, ister istemez o milletin kaderini paylaşamıyacaklarından «millete yabancılaşmış» olarak telâkki edilmelidirler. Milletimiz zarar ederken «kâr edenler» veya «menfaat umanlar» bizden değildirler. Yüce Peygamberimiz (O'na selâm olsun) «bizi aldatanlar bizden değildir» diye buyurmuşlardır. Milletimizin aleyhine gelişen durumlar, eğer bizim ferdî ve zümrevî «çıkarlarımızı» zedelemiyorsa, biz, o milletin dışında kalmışız demektir. Üstelik, milletimizi zarara sokan oyunlar, dış düşmanlarımız tarafından organize ediliyorsa, bu durum ferdi ve zümrevî kâr sağlıyorsa, biz yal

CELÂDET

Resim
Celâdet, sıhhatli ruhlardan doğan bir yıldırımdır. Düştüğü yerleri yakar ve hız aldığı ruhlann rüyala rım hakikat kılar. Celâdet,iman ve ideâl ile beraber yaşar. Yağmurlu kış gecelerinin zifiri karanlığı ile örtülü, felâketli durumlarda dahi çakar ve en büyük tehlikelerin gözlerini kör edecek şekilde ortalığı aydınlatır. Celâdet, haktan kuvvet alır ve hakka dayanır. O, hiçbir zaman, maddî hesaplar ve kuru mantık tekerlemeleri ile atbaşı beraber yürüyemez. O, daima korkaklık ve pısırıklığın düşmanıdır. O, asla sinsi emellerin hasis menfaat duygularının barındığı yerlerde yasayamaz. Celâdet, yüksek tepelerde yuva kuran kartallar gibi ancak eğilmez başlarda kanat çırpar. Kosova savaşında yüıdınm gibi düşman üzerine atılan, Nlğbolu'da düşman hatlarını tek başına ge çerek, kale duvarlarının altına gelip, kale komutanı Doğan beğe "Bire Doğan, bire Doğan, dayan, biz geldik," diye gürleyen Yıldırım Bayazıd, tam bir celâdet örneğidir. Cengiz orduları önünde baş eğmeyerek sonuna ka

Tuna

Resim
Bu bir isim değil, bir su değil kalbimizde çağlayan bir tarihtir. Türk'süz Tuna öksüz, Tuna'sız Türk yaslıdır. Binlerce yıl evvel bu su ıssız ve garip akıyordu. Kenarlarında ölgün, medeniyetsiz insanlar sürünüyordu, iki tarafına yayılan topraklarda vahşetle harabiyet kucaklaşmıştı. Semasında güneş yoktu. Yıldızları fersiz, mehtabı sönüktü. Kuşları nağmesiz, çiçekleri solgundu. Bu durgun hava içinde, bu donmuş varlığın ortasında Tuna hırslanıyor, ve hırsından toprakların bağrını tırmalıyordu. Önüne gelen dağları yarıyor, kayaları eritip dağıtıyordu. İnsanları sürükleyip boğuyordu. Bir gün ansızın Tunanın bitmeyen geceleri sabaha erdi. Toprakta bir sarsıntı başladı. Havada bir toz ve duman bulutu yükseldi. Yaklaşan bulutun içinden dağ gibi atlarda, dağ gibi kahramanlar belirdi. Yüzlerinden nur ve hareket taşıyordu. Gözleri ışık ve enerji doluydu. İsimleri mertlik ve sertlik taşıyan ahenkli, tok bir heceden ibaretti. Türk...! Suları kuruyan yurtlarından başka diyarlara akıyorlardı

İÇTİMAİ IRK KAVRAMI» BİRLEŞTİRİCİDİR.

Resim
«Biyolojik ırkçılık» parçalayıcı ve bölücü bir karakter taşıdığı halde, «içtimaî ırk» birleştirici ve bütünleştirici bir özellik taşır. Kimse biyolojik verasetini tayin iradesine sahip değildir. Ama, «içtimaî ırk» tercihe açıktır. Aynı tarihe, aynı kültüre, aynı din ve ülküye sahip insanlar arasında «kan ve soy birliği» şuurunun güçlenmesine yol açar. Kendi içine kapanan dar bölge, «aşiret», «tabaka», «etnik gruplar» arasında «evlilik köprüleri» kurarak «millî şuuru» güçlendirir. Bütün Türk tarihi boyunca, aşiretler ve beylikler arasındaki çatışmaları yumuşatmada bu yol, pek çok kez denenmiş ve faydalı da olmuştur. Görülüyor ki, «içtimaî ırk» ile millet ve devlet güçlendirilir. Oysa, milletlerarasında evlenmelerin teşviki, «millî şuuru» çökertmekle kalmaz, kozmopolitleşmeye yol açar. üstelik «milletlerarası» bağların güçlenmesine de sebep olmaz. Avrupa'da asırlar boyu, hânedanıklar arasındaki evlilikler, Avrupa'ya birlik ve bütünlük getirmek yerine, çok karmaşık problemler ve ç

RESUL-Ü EKREM'E HASRET

Resim
Kavurucu bir yaz mevsiminin ramazanında, susuzluktan dudakları kurumuş bir müminin iftar saatini bekleyişinden, hayır hayır derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir hasret içindeyiz. İnsan kâinatın hülâsası, sen ise bu hülâsanın ruhusun Sen yaratılmasa idin, âlem yaratılmaya değmezdi. Bütün yüce değerlerin mihengi sensin. Allah seni varlığın ve değerlerin merkezi olarak yarattı. Varlık seninle mânâlandı. Bu «dünya» seninle şereflendi. Şimdi, o, senin mübarek toprağını bağrında taşıdığı için. fezada şevkle dolaşmaktadır. Yaratıkların en aşağısı olan toprak, bile, seninle nurdan daha aziz oldu. Senin dolaştığın Mekke toprakları, «Sûr üfürüldüğü zaman» tozlarını silkip kalkacağın Medine toprakları, üzerinde ve sinelerinde seni taşımakta «mükerrem» ve «münevver» oldular. Sen dünyamıza doğmadan önce, kızgın kumlara diri diri gömülen genç kızların çığlıkları, vicdanları yakmıyordu. Burnu halkalı ve alnı da

YORULANLAR

Bir yarış başladığı zaman,ilk anlarda bütün yarışçılar aynı hizada, aynı enerji ile koşarlar.Biraz sonra bir takımın azıcık geride kaldığı görülür.Daha sonra yarışçıların önde,ortada, arkada, en geride olmak üzere bir kaç gruba ayrılması mukadderdir.Fakat henüz hiç birisinde yılgınlık yoktur.Hatta zaman geçtikçe arkadakilerden bazılarının öndekilerden bazılarını geçmesi, öndekilerden bazılarının da kesilerek daha gerilere kalması olağandır. Nihayet kritik anlar gelir.Mesafe uzamış,ciğerlerle kaslar yorulmuş,sinir gücü yıpranmıştır.Artık bundan sonrası inanç,karakter ve şeref meselesidir. Turlar birer birer atlandıkça koşucuların arasındaki mesafeler çoğalacaktır. Yorulanlar birer ikişer,türlü bahanelerle yarışı bıraktıkları,onu şeref ve inanç meselesi yapanların ise yarışa devam ettikleri görülecektir.Yarışanların arasına bazılarının pek bitkin olduğu,fakat karakterleri icabı yarışı bırakmadıkları sezilecektir.Hatta bu bitkinler arasında,en ileride koşanlardan bazıları da vardır.Kimisi