CELÂDET


Celâdet, sıhhatli ruhlardan doğan bir yıldırımdır. Düştüğü yerleri yakar ve hız aldığı ruhlann rüyala rım hakikat kılar.

Celâdet,iman ve ideâl ile beraber yaşar. Yağmurlu kış gecelerinin zifiri karanlığı ile örtülü, felâketli durumlarda dahi çakar ve en büyük tehlikelerin gözlerini kör edecek şekilde ortalığı aydınlatır. Celâdet, haktan kuvvet alır ve hakka dayanır. O, hiçbir zaman, maddî hesaplar ve kuru mantık tekerlemeleri ile atbaşı beraber yürüyemez.

O, daima korkaklık ve pısırıklığın düşmanıdır. O, asla sinsi emellerin hasis menfaat duygularının barındığı yerlerde yasayamaz. Celâdet, yüksek tepelerde yuva kuran kartallar gibi ancak eğilmez başlarda kanat çırpar. Kosova savaşında yüıdınm gibi düşman üzerine atılan, Nlğbolu'da düşman hatlarını tek başına ge çerek, kale duvarlarının altına gelip, kale komutanı Doğan beğe "Bire Doğan, bire Doğan, dayan, biz geldik," diye gürleyen Yıldırım Bayazıd, tam bir celâdet örneğidir.

Cengiz orduları önünde baş eğmeyerek sonuna kadar döğüşen Harzemşahlı büyük Celâdeddtn de celâdet ve kahramanlığın ta tendisi idi. Eflak voy vodasının elçisine "Ne hakla kendi topraklarını istilâ ettiği" yolundaki soruya cevap olarak kılıcını gösteren, yüce padişah Fatih Sultan Mehmet de büyük bir cesaret ve kahramanlık abidesidir.

Çaldıran seferine giderken geri dönmek isteyen yeniçerilere "Er olan benimle gelsin, dönmek iste yenler kanlarının yanma gitsin. Ben tek başıma da giderini." diye haykıran Yavuz Sultan Selim eşsiz bir celâdet güneşi idi.Pilevne'nin toprak siperleri içinde.yüz binlere karşı kırk bin kişi ile aylarca yoksulluk ve açlıkla pençeleşerek direnen, Müşir Gazi Osman Paşa her şeyden önce canlık bir celâdetti.İstiklâl Savaşında, modern silahlarla donatılmış bir Fransız kolordusuna ve onlarla işbirliği yapan Ermenilere karşı, Gaziantep'!, yosulluk içinde ay larca savunun kahraman Antep halkı, kadını, erkeği, çocuğu ve kahraman şehirleri ile birlikte tam bir celâdet meşheridir.

Sanlık Gaziantep'in yanında şüphesiz Maraş, Urfa, Adana, Erzurum... Fakat, niye uzun, uzun saymalı?... Türkün gezdiği ve yaşadığı her yerde, bir değil, binlerce celâdet abidesi vardır. Bütün bunlar, açık, tarihî birer hakikat olduğu halde, ne dense bugün bizim birçok sorumlu makam sahiplerimizde, ölçülemeyecek derecede bir korkaklık ve pısırıklık göze çarpmaktadır. Bunları tenkit ederek harekete davet ettiğimiz zaman, size bin dereden su getirip kendilerini veya müdafaa etmek istedikleri şahısları mazur görmeye çalışırlar. Hattâ daha da ileri giderek, korkaklıklarının bir siyaset olduğunu bile ifade ederler. Hele dış meseleler ve Türklüğün dış meselelerle ilgili işleri üzerinde sınırsız derecede çekingen ve pasif hareket etmek, siyasetimizin ana vasfı haline gelmiştir. Burnumuzun dibinde bulu nan ve Batı Trablus Savaşı sırasında, elimizden haksız olarak alınmış olan Oniki Ada, 2 Dünya Savaşı sonlarında tarafımızdan, takalar ve kayıklarla bile, ele geçirilmesi mümkün iken, gözümüzün

önünde çatır çatır başkalarına verildi. Bizim devlet adamlarımız da. buna seyirci gibi bakarak ağızlarını açıp bir tek kelime bile söylemediler. İki sene önce, Bulgar sınırlarında vazife görürken, bir subayımız, Bulgarlar tarafından pusuya düşürülerek kaçırıldı ve bugüne kadar da geri verilmedi. Biz buna karşı da, kuru protesto ve notalar göndermekten başka bir şey yapmadık. Yabancı devlet elinde kalmış olan Türklerin haklan insanca muamele görmeleri için, hiçbir ilgi ve gayret harcamadık ve har camamaktayız. Zaman, zaman yabancı milletlere yardım kucağımızı açtık da, kendi kardeşlerimize karşı daima sağır ve vurdumduymaz bir durum aldık.

Ne kadar acıdır ki, bunların böyle yapılmasını yüksek bir siyaset olarak vasıflandırmayı ve Türk halkına bunları büyük bir dehâ ve basan gibi sat mayı kendine vazife edinen yazar ve mütefekkirler yıllarca bu uğurda kağıt ve mürekkep harcadılar.

Devlet adamlarımız, celâdet bakımından çok fakir bir durumda bulunuyorlar. Bunlar bilhassa iktidar makamına çıktıktan sonra, nedense uyuşuk:luğa ve kayıtsızlığa kapılıyorlar. Hele Türk tarihinden hız alarak devlet işlerini celâdetle yürüt mek hususunda hiçbir basan göstermiyorlar. Halbulki, devlet idaresinde yüksekbir siyasetle bera ber, gerektiği zaman büyük bir celâdet de göstermek icabeder. Korkaklık ve pısırıklık yüzünden çok fırsatlar kaçtı ve çok şeyler kaybedildi. Bu gün de, karşımıza dikilen tehdit ve tehlikeler bu yüzden cesaret bulmakta ve ufuklanmızı sarmakta dır. Bunları önlemek ve sindirmek için, yalnız ve mutlaka kuvvet ve para lazım değildir. Bunların başını sadece celâdet göstererek de ezmek mümkün dür.

Onun için, millet olarak ve fert olarak, sınırdaki tek erden, Genelkurmay Başkanına kadar, ve bir dairenin kapıcısından Cumhurbaşkanına kadar, her er ve her subay, her memur ve her devlet adamı celâdet sahibi olmalı ve celâdet göstermelidir. Yabancılar, bilhassa bize karşı düşmanlıkları açıkça belirmiş olanlara karşı nezaket ve saygı göstermek hem lüzumsuz ve hem de manasızdır. Çünkü gösterilen nezaket, onlarca, bizim için acizlik ve zaaf olarak mânalandmlmakta ve küstahlıklanm artırmaya sebebiyet vermektedir.

Bunun için celadet gösterelim efendiler, celâdet...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HALUK’UN AMENTÜSÜ

AYBALA

ÖZBEKİSTAN