Kayıtlar

Eylül, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ÇAĞIMIZ, İNSANI, İNSANA YABANCILAŞTIRMIŞTIR

Çağımız derken, üçyüz yıllık bir zaman bölümünü kasdetmekteyiz. Bu. 18.. 19. ve 20. yüzyılları içine alır. Bundan önceki dönemlerde, insanoğlunun durumu, her kıt'ada ve iklimde ayrı ayrı olmakla birlikte, genel olarak denebilir ki, atalarımız, dış dünyadan çok, insan problemi etrafında daha çok düşünüyorlardı. Eski Yunan'da «kendini bilmek» filozofînin temeli idi. Bu düşünce uzun zaman Batı Dünya'sında önemli bir, yer tuttu, islâm Dünya'sında ise, yüce sahabî kadrosu, «kendini bilen Allah'ı bilir» ölçüsü İçinde hareket ediyordu. Dr. AIexis Carrel'e (1873-1944) göre de «modern insan, tıpkı ormanda kaybolmuş bir çocuk gibi, kendi yarattığı âlemde maksatsız oradan oraya dolaşmaktadır.» (Bakınız, İnsanlar Uyanın, Alexis Carrel (L Yazıcıoğlu sf: 105, İstanbul. 1956.) Yüce ve mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim'de «insanın en güzel bir surette yaratıldığı» ve insanın Allah'ın yeryüzündeki «halifesi» olmakla şereflendirdiği bildirilir. Bu sebepten şairlerimiz

BÜTÜN DÜNYADA HÜKÜM SÜREN BİR FELSEFE SEFALETİ VAR

Evet, bütün dünyayı kaplayan bu felsefe ve inanç sefaletini artık görmemeye imkân yoktur. Anarşi, herşeyden önce kafalarda ve gönüllerde yerleşmiş bulunuyor. Başka insanların kanları ve göz yaşları üzerine kurulu da olsa, refah ve zenginlik içinde yüzen muhtelif renkteki emperyalist ülkelerdeki insanlar, kafa ve gönüllerini saran bu «anarşi»nin doğurduğu sancı ve ıstırabı bütün dehşeti ile yaşıyorlar. Bugün zengin ve müreffeh bildiğimiz birçok ülkede intihar grafikleri yükselmekte uyuşturucu madde düşkünleri çoğalmakta, ruh hastalıkları ve akıl hastalıkları doludizgin koşmaktadır. Almanya'da, Danimarka'da, Finlandiya'da, İsveç'te intihar oranları diğer ülkelere nazaran daha fazla artmaktadır. Öte yandan Amerika'da beyazlar arasındaki intihar oranı, beyaz olmayanlara nazaran üç kat fazladır. (Bakınız, İntiharın Psikodinamikleri. Dr. Nezahat Arkun, istanbul - 1963 sayfa 49, tablo-13). Kara ve kızıl dünyada nihilist, inançsız, melankolik, saldırgan, alkolik nesiller bi

BİR GEÇMİŞ ZAMANDI

Size bir zaman anlatayım.Bir geçmiş zaman .Şimdilerde , yoksa hepsi bir hayal miydi diye düşünüp özlediğimiz bir zaman , onun adı bir geçmiş zaman... O zamanlar çocuktuk duygularımız temizdi.Devlet devlet gibiydi , halk da halk gibiydi.İnsanlar doğruyu ve yanlışı henüz ayırabiliyordu.Saflık ve sahtekarlığı , samimiyet ve laubaliliği , mesafe ile kibri birbirine karıştıran soytarıları tanımıyor ve güveniyorduk.Gelecek korkusu yaşamıyor ve ülkü ışığında aydınlanıyorduk.Emperyalist politikalar yine oynanıyordu ama biz fırsat vermiyorduk. Kızlarımız başörtüsüne siyasi kimlik yüklememişti ve delikanlılarımız hiphop müzik dinlemiyordu.Çocuklarımız sihirli annemi izlemiyordu ve annelerimiz saçma sapan kadın programlarına takılı kalmıyordu.Babalarımız maç peşinde ekrana yapışıp bir küreye hayat bağlamıyor ve onlar ekranda uyurken vatan satılmıyordu. O vakitler birbirimizi görünce selam veriyorduk ve birbirimizden ayrılırken çüss demiyorduk.Hesap istiyorduk ve adisyonun ne

12 MART

Spiker Mesut Mertcan radyoevinde Erzurum'un kurtuluşu ile ilgili bir ihtiyar gazi ile söyleşi yapmaktadır. Bant kaydına alınan bu proğram 12 martta yayınlanacaktır. "dede anlat bakalım Erzurum'u düşmandan nasıl kurtardınız?" dede anlatır," milli birlik ve imanımızın gücü ile toplanıp gavurun ****** goyduk" spiker kaydı durdurur ve dedeyi ikaz eder, bu proğramı tüm Türkiye'nin seyredeceğini kelimelerin küfürsüz olmasını ister. dede celallanarak "ne baba yalan söyleyek günaha mı girek" der.

Helbet

Gürcükapıda sıra sıra müşteri bekleyen faytonlardan birine kibar bir adam yanaşarak faytoncuyan "binebilir miyim" diye sorunca faytoncu: -Helbetde binebülürsen, dedikten sonra kendi kendine söylenmeye başlar: -"Vola bu dünyada da ne tevür adamlar var; hem para verir hem de binebülürmiyem diye sorir. Sormiya ne lüzüm, parasıni verdıhdan sonra teyyariya bile binebülürsen!

Eleyse niye durdun!

Erzurum'lu bir hanım telaşla koşarak belediye otobüsünü durdurmaya uğraşıyor. Halk ıslıklıyor. Şoför acı bir frenle duruyor. Kadın: -Gardaş bu otubus İlice'ye gidir mi? Şoförün canı burnunda, araba dolu, zor durmuş, kızgınlıkla -Heyir baci, getmez! Kadın: -Vış! eleyse niye durdun!

aytekin akkaya

aytekin akkaya erzurumun meşhur artistlerinden dir annesine para yollamış gel erzurumda bir kaç gün kal diye annesi hiç uçağa binmemiş hostes herkese sormuş ne içersiniz diye.herkes viski.cola derken aytekin akkayanın annesi demişki kızım bene bir açığ çay getir. herkesin isteği yerine gelmişl ama açığ çay gelmemiş uçak istanbula gelene kadar hostese demiş kızım bene bir açığ çay en sonunda hostesi yanına çağırmış demişki kızım sen aytekini tanırmisan hostes yoo demiş tanımıyorum niye sordun nine .heç kızım bütün *rospular aytekini tanırda sen nasılki tanımırsan.

TUT SATİRAM

Tortumlu'nun biri eşeğe yüklediği dutu "batmanı 2.5" diye bağırarak satıyordu.Biri kulağına eğilip "kilosu gaça" diyende: Niye baba ele egilib gulağıma fısıldirsan, hoç esgeriye mevzeri satmiram; tut satiram!

Bennen Yatip Bennen Gahacahsiz

Teravih namazı sırasında gürültü yapan ve hocadan evvel veya sonra secdeye varan; caminin mahfel denilen üst kısmındaki kadınları şöyle uyarır Naim Hoca: -Mahfildeki garılar. Ele tek tek yatıp galhmak yok. Bundan sonra bennen yatıp, bennen bereber galhacahsız!

DÜŞÜNME İHTİYACI VE FELSEFENİN DURUMU

DÜŞÜNME VE «ŞARTLANMA» «Düşünen insana» saygı duyulur, «şartlanmış insan», saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, «hakikata» özlem duyan kimsedir şartlanmış insan belli «etkiler» karşısında önceden programlanmış «tepkileri» ve davranışları mekanik olarak yerine getiren bir robotdur da ondan. «Düşünme» kelimesi, beşer tarihi boyunca, daima her milletin sözlüğünde bulunan çok eski bir kavramdır. Düşünmeyi emretmeyen din, düşünmeyi geliştirmek istemeyen bir eğitim, bilmem tarihte var mı? Yüce ve mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim'de belki yüzlerce defa bu emir tekrarlanmıştır. Dinimiz, ister ayakta olalım, ister oturalım, ister yatalım, her durumda düşünmemizi, gerçeği aramamızı emreder: «Onlar, ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken hep Allah'ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler». (Kur'an-ı Kerim, Al-i İmran Sûresi, Ayet: 191). Düşünmek dinimizce ibadet sayılmıştır. Müttefekkir» ler toplumumuzda saygı ve i

TÜRK - İSLAM ÜLKÜSÜNÜ YOĞURANLAR:

Türk milletinin, tefekkürüne, en az bin yıldan beri, İslâm dini biçim vermektedir. Kurduğumuz muhteşem kitaplıklar in­celendiğinde görülecektir ki, ilim ve fikir adamlarımızca, in­sanoğlunun meydana getirdiği her türlü kültür ve medeniyet ürünleri atalarımızca incelenmiş, araştırılmış, aşağı yukarı bütün din ve inançlar süzgeçten geçirilmiş ve İslâmiyet, tam bir şuur ve yüksek bir irâde ile tercih edilmiştir. Böylece, «vah­yin aydınlığına» ulaşan Türk'ün akıl ve idrâki, İmam-ı Buhari'-leri, İmam-ı Gazali'leri, Mevlâna Celâleddin'leri, Yunus Em-re'leri, büyük mantıkçı ve şeyhülislâm Mollafenâri'leri, Yu­nan felsefesini imam-ı Gazali çapında tenkid edebilen ve yüce hünkar Fatih Mehmed Han'ın takdirlerine mazhar olan Hocazade Efendileri, imam-ı Birgivî'leri, İbn-i Kemal'leri... yetiştirdi ve onların fikir, kitap ve dersleri ile olgunlaşarak bü­yük imparatorluklar, dünyayı hayran bırakan kültür eserleri ve ölmez medeniyetler meydana getirdi. Biz, bu yazı

NEDEN TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ

Neden, su veya bu ad altında toplanmayı değil de "Türk-İslam Ülküsü" ne bağlanmayı savunuyoruz? Biz iddia ediyoruz ki, "Emperyalizm", Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile "vatan çocuklarını" din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır. Bugün yeryüzünde iki sömürgeci "blok" vardır. Bunlardan biri kara renkli "kapitalist emperyalizm" diğeri ise bütün fraksiyonu ile "kızıl emperyalizm". Birincisi "çok uluslu sirkelerin" paravanasında, "az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardim etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek" maskesi altında, ikincisi de "ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek" maskesi altında, "s

KADİR GECESİ

Yüce ve şanlı kitabımız Kur'ân-ı Kerîmde «Kadir Gecesi», bütün gecelerden ve gündüzlerden daha aziz tutulur, onun «bin aydan daha hayırlı» olduğu bildirilir. O gece, adeta her iki dünyanın birleştiği gündür. O gece «fecr vaktine» kadar melekler, ruhlar ve müminler, dua ve niyazlarında içice kaynaşan bir nur yumağı meydana getirirler: Kadir Gecesi, mukaddes ve mübarek bir ayın «özü»dür, hülasasıdır. Bu gecenin feyzine ve bereketine kavuşanlar Yunus Emre gibi kendinden geçer, aşk ve vecd ile: «Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun» diyerek sokağa fırlar. Kadir gecesi için, büyük veli İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubatı'nda (162. mektubta) şöyle buyuruyor: «Bu aydaki iyiliklerin, bereketlerin hepsi Allah-ü Taalânın zâtındaki üstünlüklerin tamamı da, kelâm sânında bulunmaktadır. Kur'ân-ı Kerim, bu kelâm sânında bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim, bu kelâm şanının hakikatinin hepsinden hâsıl olmuştur.. Bu sebepten Kur'an-ı Kerim ile bu mübarek ay arasında tam bir bağlılık

İSLÂM'DA TASAVVUF

islâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli... İslâm'a göre, tek ve mutlak varlık sadece Allah'tır. Diğer varlıklar, itibarî (relatif) ve geçici hüviyette olan fâni yaratıklardır. Maddî, manevî bütün varlık tezahürleri «Kitab-ı Ekber» olan kâinatımıza serpilmiş «âyetlerden» ve «mesajlardan, ibaret olup Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarının tecellileridir. Bütün,varlığın sahibi, bütün hayatî kıpırdanışlarm kaynağı O'dur, fakat, beş duyumuzla idrak ettiğimiz veya tasavvur ettiğimiz hiçbir şey O değildir. Sadece O'nunla var olan ve O'nunla varlıkta duran, O'nun eserleridir. Eserde müessir aranır, sezilir, ancak, hiçbir eser O değildir. O, bize «şahdamarımızdan daha yakın» ve fakat «idrakimize sonsuzca uzaktır». Yaratıkları tanrılaştırmak ise küfürd

HIRSIZ

Köyün birine hırsız dadanmış. Hırsız özellikle ayakkabılara meraklıymış. Cemaat camiye girip namaza durunca bulduğu ayakkabıları torbasına doldurup kayboluyormuş. Sonunda köylü pusuya yatmış, hırsızı, torbası elinde kıskıvrak yakalamış. Köy heyeti toplanmış. Hırsıza ne ceza vereceklerini tartışmışlar. Birisi bir öneri getirmiş. -En iyisi imam yapıp önümüze geçirmek. Böylece gözümüzün önünde olur, hırsızlık yapamaz... Köylünün aklı bu işe yatmış, adamı imam yapmışlar... Aradan yıllar geçmiş. Gurbete çıkan bir köylü dönüşte hırsız imamın neler yaptığını, hırsızlığın bitip bitmediğini sormuş. Demişler ki: -Herif imamlığa devam ediyor, hırsızlık yapmıyor... -Demek sorun çözümlendi? -Yok canım... Birkaç adam tuttu. Hırsızlığı onlara yaptırıyor. Kendisi de "Hırsızlık günahtır, sakın çalmayın" diye vaaz veriyor...

İMAM-I GAZALİ'DEN HAYATÎ ÖĞÜTLER

Asıl adı Ebû Hâmid Muhammed olan İmam-ı Gazali Hazretleri Horasan bölgesinde Tus şehrinin Gazale köyünde 1058 yılında dünyaya geldi. 1111 yılında ise dünyaya veda eyledi. İslâm dünyasında Hüccetü'l-İslâm (İslâmın ispatlayıcısı) olarak tanınan İmam-ı Gazâlî, Selçuklu döneminde yaşamış, İslama yönelen hücumlara, dine yapılan taarruzlara karşı müdafaalarda bulunmuş, dinin anlaşılması için tartışmaya açılmış olan meselelere çözümler getirmiş bir müceddiddir, dinin yenileyicisidir. İmam-ı Gazalî'nin İslâm eğitim ve ahlâkı üzerinde getirmiş olduğu yenilik, İslâmın özünden uzaklaşma yoluna girmiş olan Müslümanları ahlâkî eğitime tabi tutmuştur. En mühim eseri olan İhyâu Ulûmi'd-Din, başta iman ve ibadet olmak üzere, ahlâk sahasında çok ciddî bir hizmet görmüş, dokuz asırdır tazeliğinden bir şey kaybetmemiştir. İmâm-ı Gazalî'yi halka tanıtan hacımca küçük, fakat tesiri bakımından büyük olan eseri Eyyühe'l-Veled olarak bilinen ve dilimizde Ey Oğul şeklinde bilinen eseridir.

SON EYLÜL 12 EYLÜL

Tarih 12 Eylül 1980... saat 04:00 ...Türkiye ,Türk silahlı kuvvetleri emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdehale ile sıkı yönetime başlanmıştır... Gazetelerde ,dergilerde böyle yayınlandı arşivlerde böyle saklandı...O kanlı günün, kanlı Eylülün yaşananları böyle kayda geçirildi.Ve şöyle devam etti: Sıkı yönetim neticesinde Süleyman Demirel görevden alındı ,meclis lağvedildi , partiler kapatıldı, parti liderleri gözaltına alındı.Şu kadar kişi yargılandı, şu kadar kişi idam edildi, şu kadar kişi hunharca işkenceye maruz kaldı, şu kadar, şu kadar şu ,şu.... Ya son Eylülün ,kanlı Eylülün Ülkü devleri ....Sessiz kahramanlar...Ya onlar...Türk milletinin tabi refleksi olan ülkücü camianın devleri , şehadet şerbetine nail olan kahramanlar....Onlar unutulmuş muydu?Onlar unutulabilir miydi? O kanlı dönem öncesi profesyonelce bir senaryo hazırlanmış ,kanlı sahne ve ülkücülerin tepkileri düşünülmüş , sonunun ne kadar haince olacağı bilindiği için başrole esas oğ

HALUK’UN AMENTÜSÜ

Tevfik’in ,oğlu Haluk’a hazırladığı dini anlattığı “Haluk’un Amentüsü şiirini bilirmisiniz? Tevfik başarılı bir biçimde oğluna ve ondan kasıt neslimize yeni ve orjinal bir amentü fırına sürmüştür. Amentü kelimesi; Arapça inandım anlamına gelmektedir. Yaygın olarak İslamiyetin temel inançları olan “Allah ‘a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ,ahiret gününe ,kadere ,hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanma”yı dile(TDK tanımı) getiren Amentü kelimesine Tevfik yeni ve yıkıcı anlamlar yüklemiş bizlere sunmuştur.Bizler de gençlerimize hazırlanan tamamen materyalist felsefenin eş’arına zuhur eden bu yemi almış ve fikir soframıza bade olsun diye kabul buyurmuşuz! Oysaki; bizim Amentümüz fenni, ilmi, dini milli ve vicdani meselelere kucak açmakla birlikte ahiret inancımıza da sahip çıkmıştır. Tevfik burada ufak bir dokunuşla yeni bir din! Anlayışı yaratmaya çalışmıştır. Öyleyse diyeceksiniz; öyleyse ne olacak... Şimdiden düşünmeye başladık bile sanki bu sorun yoktu da şimdi piyasaya ç

Ülkü Gülümdünüz Siz Benim

Yıllar vardı o kara yıllar... O yıllar aldı götürdü bizleri onlardan... Sevdalıydılar onlar gökteki al bayrağa... Sevdalıydılar Türk’e... Sevdalıydılar delice Türkün cevheri aslisine... Ne bu dünyada bir gün yüzü gördüler ne diledikleri gibi yaşayabildiler gönüllerinde turan sevdası dolanıp durdular kısacık ömürlerinde hayatının baharını soldurmaya değecek kadar... Emsalleri sokaklarda ellerinde kırmızı gül dağıtırken önüne gelen sözüm ona aşıklarına sevdalılarına... Onlarda severdi onlarda insandı onların da yüreği vardı yalnız ne onlar kimileri gibi kırmızı gülün sarı gülün ve beyaz gülün anlamını öğrenecek kadar ne romantik aşık ne de zamanları vardı. Ocakları tütecek bayrakları dalgalanacaktı. Bayrağı soldurmamak için onlar canlarıyla damarlarındaki kanlarıyla suladılar al bayrağı. Göğü yırtarak düşman çatlatarak dalgalansın diye. Kimi üniversiteliydi kampüslerde derslere giremez olmuştu hakkı savunduğu için hakkın mücadelesini verdiği için, kimi ise vatansıza vatan dedirtmek için

TOPAL ASKER

TOPAL ASKER Ey saçları "alagarson" kesik hanım kız! Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız! Bacağımla alay etme pek topal diye. Bir sorsana o topallık nerden hediye ? Sen Şişli'de dansederken her gece, gündüz Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz Yaylaları geçtik, karlı dağları aştık; Siz salonda dansederken bizler savaştık. Ey dudağı kanım gibi kıpkırmızı kız, Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız! Olan işler dimağını azıcık yorsun! Biliyorum elbisemle eğleniyorsun; Biliyorum baldırını o kadar nazla Örten bir tek ipek çorap kıymetçe fazla Benim bütün elbisemden... Hatta kendimden... Biliyorum: Çünkü bugün şu dünyada ben Neyim? Bir hiç... işe güce yaramaz, topal... Sen sağlamsın senin hakkın dünyadan zevk al: Çünkü orda düşmanlarla boğuşurken biz Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz! Ey gözünün rengi bana yabancı güzel, Her yolcunun uğradığı ey hancı güzel! Sen yabancı kucaklarda yaşarken her gün Yapıyorduk bizde kanla, barutla düğün. Sen o sıcak odalarda cilveli, mahmur

PEYGAMBER SEVGİSİ

Şanlı peygamberimiz: ”Beni kendi canınızdan daha çok sevmedikçe,tam iman etmiş olmazsınız” diye buyurmuşlardır. Gerçek Müslümanlar,Şanlı peygamberin sevgisinde fani olarak hiç tereddüt etmeden kendilerini, O’nun için ve O’nun yolunda feda etmesini bilmişlerdir.Başta “Ashab-ı Kiram” olmak üzere,her renkten ve her kavimden binlerce, yüz binlerce, ve milyonlarca “şüheda” bunun şahididir. Gerçek müminler, Allah ve Resulü için yaşamasını bildikleri, gibi ölmesini de bilirler. Yüce ve mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim’ de “Allah sevgisi” ile “Peygamber sevgisi” birlikte mütalaa edilmektedir:”De ki eğer Allah’ ı seviyorsanız,hemen bana uyun ki Allah’ da sizi sevsin…” (Ali İmran suresi, Ayet:31). Nitekim Allah, Peygamberine itaat etmeyen kafirleri sevmez.( Ali İmran suresi, Ayet:32). İslam dünyasında müşahede edilmiştir ki, Peygambere olan sevgisini kaybetmiş kişi ve zümreler, Allah’a olan sevgilerini de “Ashab-ı Kiram” sevgisini de “bütün müminlere olan sevgilerini de kaybederler.Bu sebepten,

İSLAM'DA KADIN

İslamiyet kadınlara çok geniş haklar tanımıştır. Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in büyük imamı, Ebu Hanife Hazretlerine göre kimse onları istemedikleri biri ile evlendiremez. Onların rızası hilafına nikah kıyılamaz. Kızlar ve kadınlar da ana ve babalarının miraslarından pay alırlar. Erkekler gibi, kadınlar da meşru olan bütün iş ve meslekleri, kendi adlarına icra edebilirler. İslam’da kadınlar, evlerinde veya evlerinin dışında, bütün meşru iş ve meslekleri yapabilirler. Yani kadın isterse, “müftü” olabilir, isterse ve ehil ise “ordulara kumanda” edebilir, “doktor , mühendis, avukat, hukuk alimi, eczacı, noter, kimyager, esnaf, tüccar, işçi……” olabilir. Ancak hassasiyeti sebebiyle “ceza hakimi” olmasına, erkeğin reislik hakkını kollamak üzere erkeklere “imam” olmasına izin verilmemiştir. İslam’da kadınlar ticaret yapabilirler, mal ve mülk edinebilirler. Mukavele akdedebilir, senet verebilir, senet alabilir, kendi mallarını kendileri yönetebilir. İslam’da kadınlar kocalarından bağımsız olarak ke

TÜRK KIZLARI NASIL YETİŞTİRİLMELİ

Her şeyden önce yarının Türk anaları oldukları düşünülerek yetiştirilmelidir. Dünyadaki muhtelif milletler arasında Türkler, kadına gerçek değerini veren bellibaşlı milletlerden biridir. Eski Yunanlılar, Romalılar, Araplar, İranlılar ve hindiler kadını kötü yaratık sayıyor ve ona esir muamelesi yapıyorlardı. Türklerde ise saygı görüyor, fakat hiçbir zaman da her işte erkekle eşit tutulmuyordu. Zaten fizyolojik ayrılıklar erkekle kadının tamamı ile müsavi olmasına engeldir. Bugün memlekette kadına karşı yanlış bir hava esiyor: Ya onun hukuku hiç tanınmıyor, yahut da feminizm teranesi altında ona fevkalade itibar ediliyor, adeta imtiyazlı bir sınıf muamelesi gösteriliyor. Bunların ikisi de yanlıştır. İkisi de kadını manevi sukuta götürür. Birincisinin neticesinde kadın esarete, ikincisinin neticesinde de koketliğe düşer. Yalnız süs ve lüks düşünen kadın, kadına hakkı olmadan verilen fazla ve büyük değerin neticesidir. Türk kızları, çok eski zamanlardaki Türk kızları gibi fazilet mümess