İSLAM'DA KADIN

İslamiyet kadınlara çok geniş haklar tanımıştır.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in büyük imamı, Ebu Hanife Hazretlerine göre kimse onları istemedikleri biri ile evlendiremez. Onların rızası hilafına nikah kıyılamaz.

Kızlar ve kadınlar da ana ve babalarının miraslarından pay alırlar.

Erkekler gibi, kadınlar da meşru olan bütün iş ve meslekleri, kendi adlarına icra edebilirler. İslam’da kadınlar, evlerinde veya evlerinin dışında, bütün meşru iş ve meslekleri yapabilirler. Yani kadın isterse, “müftü” olabilir, isterse ve ehil ise “ordulara kumanda” edebilir, “doktor , mühendis, avukat, hukuk alimi, eczacı, noter, kimyager, esnaf, tüccar, işçi……” olabilir. Ancak hassasiyeti sebebiyle “ceza hakimi” olmasına, erkeğin reislik hakkını kollamak üzere erkeklere “imam” olmasına izin verilmemiştir.

İslam’da kadınlar ticaret yapabilirler, mal ve mülk edinebilirler. Mukavele akdedebilir, senet verebilir, senet alabilir, kendi mallarını kendileri yönetebilir.

İslam’da kadınlar kocalarından bağımsız olarak kendi malları ve mülkleri üzerinde idare ve tasarruf haklarına sahiptirler. Kimse onları bu haklarından mahrum edemez. Erkekler, kadınların tam iznini ve rızasını almadıkça, onların mallarına, mülklerine ve paralarına asla el süremezler.

Şu husus çok mühimdir ki, İslam’da kadın, “ailenin iktisadi geçiminden” sorumlu değildir. Bu sebepten, kadın istemedikçe, hiç kimse onun malını, mülkünü, parasını ve kazancını tasarruf edemez. Ama kadın dilerse, kendi hür iradesi ve gönül rızası ile ailesinin geçimine destek olabilir ve kocasına yardım edebilir, borç ve hediye verebilir. Bu konuda İslam kadını, tamamı ile bağımsızdır. Koca, karısının malına, mülküne, parasına ve kazancına zorla veya baskı ile el koymaya kalkarsa, Dinimize göre zulmetmiş olur, gasp ve hırsız durumuna düşer. Böylece yalnız günah işlemekle kalmaz, kadın şikayetçi olursa, hukukende tecziye edilir.

İslam’da kadın, ilim yapmak, dinini öğrenmek ve yaşamak, kendini geliştirmek, kendi mal ve mülkünü idare etmek, maddi ve manevi huzurunu temin etmek bakımından, erkekler ile aynı haklara sahip olduğundan, kocası tarafından, kendi haklarını ihmal pahasına, ev işlerini yapmaya zorlanamaz. Kadın isterse ve dilerse, sırf Allah rızası için kocasına ve çocuklarına sevgisine binaen ev işlerini yapabilir. Aksi halde, koca, şayet maddi durumu elveriyorsa ev işlerini görmek ve hatta çocuklarına bakmak üzere başkalarını –ücretini vererek- vazifelendirmek zorundadır. Kadın, bebeğini emzirmek üzere kocasından “süt anne” bulmasını dahi isteyebilir. Ancak kocanın bu işi yapmaya gücü ve imkanı yetmiyorsa, ana, kendi bebeğini emzirmek zorundadır.

Kısaca Müslüman kadın, ev işlerini, bir mecburiyet ile değil, tamamı ile bir “ibadet zevki “ ile yapan kadındır. O kendini evine, kocasına ve çocuklarına, Allah rızası için vakfederken tam bir ibadet şuuru ve huzuru içinde hareket eden bir fazilet abidesidir. Acaba, İslam’dan başka hangi din ve ideoloji kadına ve anaya bu derece değer biçebilmiştir?

İslam’da kadın din ve dünyasını kurtarmak, her iki dünyada mesut olmak için, erkeklerle aynı haklara sahiptir. Bu sebepten kadın din ve dünyası için gerekli olan meslekleri ve sanatları öğrenmek, muhtaç olduğu ilimleri elde etmek için çalışabilir. Yüce ve şanlı peygamberimiz “ilim talep etmek, kadın, erkek bütün Müslümanlara farzdır” diye buyurmuşlardır. Kadın ve erkek, bütün Müslümanlar, yüce mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’in şu âyetini sık sık tekrarlamalıdırlar: “Ben, cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım”. (El-Bakara Suresi, Ayet 67). Cehaletten Allah’a sığınmayı emreden din ne yüce dindir. Evet, gerçektende “cehalet”, İslamiyetin zıttı dır.

İSLAM KADINI EVİNİN DIŞINDA ÇALIŞMAYA ZORLAYAMAZ

Evinin içinde ve dışında çalışmak kadının da hakkıdır. Ancak kadın istemiyorsa, kocası dahil hiç kimse kadını evinin dışında çalışmaya, iş tutmaya ve para kazanmaya zorlayamaz. Evet, İslam’da durum budur. Yani, İslam’a göre, kendini ailesine, ilme ve ibadete vakfetmeyi dileyen bir kadını hiç kimse bu mukaddes hakkından ayıramaz.

Bunun yanında kadın evlendikten sonra dışarıda çalışmak üzere yeni bir iş tutmak istiyorsa kocasından izin almak zorundadır. İslam’da “ailenin geçiminden” koca sorumludur. Yani, İslam kadını “ailenin geçiminden” sorumlu tutmadığı halde, koca çalışmak, çoluk ve çocuğunun nafakasını temin etmek zorundadır.

“Koca” bütün hüsnüniyetine, çalışmasına ve gayretine rağmen ailesini normal şartlarda geçindiremiyorsa, buna muvaffak olamıyorsa devlet “Beyt-ül Mal” ’ın imkanlarından istifade ederek aileyi desteklemek zorundadır. Erkek iş bulamıyorsa devlet bir taraftan “aileye desteğini” devam ettirirken diğer taraftan “aile reisine” yapabileceği bir iş bulmak yahut “faizsiz borç para” vermek veya “sermaye” temin ederek “işyeri” açmasına yardım etmek ile mükelleftir. Eğer erkek hasta, sakat ve çalışamaz durumda ise “devlet baba” derhal aileyi korumak ve normal şartlarda yaşatmak üzere elinden geleni yapacaktır yahut cemiyeti bu konuda teşkilatlandıracaktır. İslam’da zekat, öşür, fitre ve diğer “şer-i tekalif” hep bu maksadı temin için dini bir ibadet olarak farz kılınmıştır. Ayrıca İslam’da devlet kendi bütçesinden de “aileleri koruyucu” fonlar ayırmalıdır.

Görüldüğü gibi İslam’da ailelerin geçiminden önce baba sonrada devlet baba sorumludur. Ayrıca bu konuda cemiyetinde teşkilatlanması gerekir. Baba, devlet baba ve cemiyet asla bu vazife ve sorumluluktan kaçınamazlar. Bu konuda ihmal edildiğine inanan ananın ve kadının hem kocası hem velisi hem devleti aleyhine dava açma hakkı doğar. Koca serserilik edip çalışmak istemiyorsa vaktini ve kazancını aile dışında israf ediyorsa mahkeme onu bundan dolayı hapsedebilir, ailenin nafakasını temine zorlayabilir, malı mülkü varsa satıp çoluk çocuğuna verebilir. Koca ölür veya çalışamaz duruma düşerse o zaman sorumluluk kadının velisine, cemiyete ve devlete düşer.

İslam nizamı anayı ve aileyi tehlikelere karşı adeta sigortalamıştır. İslam’da hiçbir zaruret ve hiçbir kimse anayı sahipsizlik duygusuna itip evini ve çocuklarını terk ve ihmal etmeye zorlayamaz. Ananın ve çocuklarının bakımı, geçimi gelişimi, korunması, barınması, sağlığı ve terbiyesi önce babanın sonra da devlet babanın garantisi altındadır. Eğer ana ve çocuklar sefalete düşerse top yekun cemiyet vebal altındadır. Nitekim şanlı peygamberimiz: “komşusu açken tok uyuyan bizden değildir” diye buyurmuştur.

MUKADDES ANALIK VAZİFESİ

Belki bazıları İslamiyet’in ana ve kadın konusundaki bu hassasiyetini anlayamaz ve hatta yadırgayabilir. Halbuki bunun nice hikmetleri var…

İslamiyet kadının ailede kalarak kendini bir ibadet şuur ve huzuru içinde çoluk çocuğuna adamasını temin etmek için ondan vakit namazları için camiye gitmek, cemaatle ibadet etmek, Cuma ve bayram namazlarını kılmak, savaş yapmak… gibi mükellefiyetlerini kaldırmıştır.

Kadın isterse bunları yapmak hakkına sahiptir. Ama İslam’a göre kadının en değerli mabedi evi, en değerli içtimai ve iktisadi vazifesi beden ve ruh sağlığı yerinde, imanlı ve kudretli nesiller yetiştirmek, en büyük savaşı da kendinin, kocasının ve çocuklarının canlarını, ırzlarını, namuslarını, şereflerini ve mallarını korumak, evinde barış ve huzur sağlamaktır. Biz iddia ediyoruz ki yeryüzünde bundan daha mühim, bundan daha büyük bir iş ve meslek olamaz. Yine dünyada hiç kimse vazifesini bu suretle başaran bir ana kadar, içtimai ve iktisadi hayat yardımcı olamaz.

Bazıları, evinde çalışan kadını ve anayı içtimai ve iktisadi hayatın dışında kalmakla itham ederler. Yukarıdaki açıklamalarımızla birazda bunlara cevap vermiş oluyoruz. Böyleleri bilmelidirler ki İslam kadını ve anayı aile içinde tutmakla içtimai ve iktisadi hayatın belkemiği teşkil eden aile birimini geçindirmekte ve verimli kılmaktadır.

Şimdilik bilinmelidir ki Müslüman kadın ne kadar mümkünse din ve dünya ilimlerini tahsil edecek, kendine yaraşır bir iş ve meslek edinecek ve fakat bunun yanında analık vazifesini ilk ve temel mesele bilecektir. İslam kadının harama düşmemek şartı ile ne kadar mümkünse o kadar gelişmesini ve yücelmesini ister. Çünkü kadın ne kadar yücelirse erkeklerde, genç nesillerde o kadar yücelmiş olacaklardır. İslamiyet’te kesin olarak bilinir ki cehalete ve sefalete terk edilmiş bir kadın zavallının biridir. İçtimai ve iktisadi vazifelerini yapamaz. Yani analık vazifelerini bihakkın yerine getiremez. Bu sebepten ısrarla belirtiyoruz ki “İslamiyet ile cehalet bir arada barınamaz”. İslam kadını dinden taviz vermeksizin ne kadar mümkünse o kadar mükemmel bir talim ve terbiyeden geçirir ve onu Allah ve Resulüne hizmet edecek kadrolar yetiştirmeye memur eder.

İslamiyet kadına evinin dışında da çalışmak fırsatı tanıyarak onu, “mukaddes analık vazifesini” bir ibadet aşk ve şuuruyla yapmaya teşvik eder. Yani İslamiyet kadını asla evine hapsetmez, onu analık ruhu ve şuuru içinde içtimai, iktisadi, harsi,siyasi ve stratejik değeri çok yüksek olan genç insan neslinin yetişmesine ve mukaddes bir gençliğin oluşmasına memur eder. Bunu anlayan, İslam’ın kadın ve ana konusunda neden bu kadar hassas davranmış olduğunu da anlar. Bunu anlamayana sözümüz yok…

Şunu da belirtelim ki İslamiyet çalışan, mal ve mülk edinen, para kazanan kadını asla kimseye sömürtmez. İslam’ın istediği şartlarda çalışan kadın tarladan, fabrikadan, tezgahtan, bürodan, ticaretten, hizmetten ve el işlerinden kazandığı bütün paraların değerlerin tek sahibidir. Bunlar kocasından bağımsız olarak tamamen kendi malıdır. İslamiyet kadınları köleler gibi çalıştırmaya ve onların haklarına, emeklerine ve kazançlarına el koymaya asla izin vermez. Böyle yapan kişi ve zümreleri zalim, gasıp ve hırsız kabul eder. Hiç şüphesiz Allah hür İslam kadınlarına köle muamelesi yapan bu gibileri hem dünyada hem de ahrette rezil eder.

Tekrar ediyoruz İslam’da kadın tam bir iktisadi bağımsızlık içinde çalışan ve elde ettiği değerleri bizzat tasarruf eden hür bir insandır. Müslüman kadın İslami ölçüler içinde çalışır, kazanır ve zenginleşir. Kocanın bu konuda kadın üzerinde tahakküm etme hakkı yoktur. Kadının bu hakkı İslam’da devletçe korunur. Zulme uğrayan kadın mahkemeye başvurabilir ve “ululemr”, sahipsiz olan kadının velisi olmak zorundadır. Kocanın zulmüne uğrayan kadın velisi “devlet reisi” veya ona vekalet edendir.

İster kadın olsun ister erkek olsun insanı köleleştirmeye götüren iki ana sebep vardır. Bunlardan birincisi cehalet, ikincisi de iktisadi güçsüzlüktür. Fert ve cemiyet olarak Müslümanlar kendilerini bu iki afetten kurtarmak zorundadırlar. Erkeklerimiz gibi kadınlarımız da kapasiteleri içinde mümkün olan tahsil kademelerinden geçirilmeli İslami iman, ahlak ve yaşayış içinde mesleki ve akademik bir seviye kazanarak muasır gelişmelerden haberdar edilmeli ve analık vazifelerini en iyi şekilde başarmaları sağlanmalıdır. Çünkü hem Müslüman hem medeni bir ana olmak mümkündür. Mümkündür ne demek? Biz Müslümanlar böyle analar yetiştirmek mecburiyetindeyiz.

İslamiyet kadını güçlü kılmak için bir taraftan “ilim talep etmeyi farz kılmış” diğer taraftan kadına “iktisadi bağımsızlık” tanımıştır.

Öte yandan, İslamiyet “nikah akdi” esnasında “mehr-i muaccel” (peşin mehr) ile kadına mühim miktarda altın, gümüş ve ziynet eşyası vermeyi emretmekte sonra ödemek üzere miktarı nikahta belirtilen “mehr-i müecceli” (zamanı gelince ödenmesi zaruri olan mehr-i) de sözleşmeye koydurmakta, kocasından bağımsız olarak iktisadi teşebbüste bulunmak hakkı tanımakta, ebeveyninden kalan mirastan pay almakta, ölen kocasına kendisi ve çocukları varis olmaktadır. Bunun yanında İslam’da erkekler bulûğa kadar, kızlarsa evleninceye kadar “baba himayesine” verilmekte, evlenemeyen kızların ve kadınların -şayet velileri yoksa- himayesi devlete düşer. İslam kadını “hayat müşterektir” bahanesi altında kocalara sömürtmez. Kocalarına yardım ve destek olmaları hususunda kadınlar muhtardırlar.

Görülüyor ki İslamiyet’in bütün gayreti kadını evinde güçlü kılmak ve onu içtimai vazifelerini hakkıyla başarmak hususunda verimli duruma getirmektir. Gerçekten de birçoklarının da itiraf ettiği gibi büyük ve başarılı adamlar, büyük ve başarılı “kadınların” eserleridirler. Kadını her konuda erkek ile yarıştırmaya ve manasız bir rekabete itmeye gerek yoktur. Çünkü kadının en büyük dehası deha doğurmak ve yoğurmak dehasıdır. Eğer kadın bu dehasını ortaya koyamazsa başta kendi dehası olmak üzere bütün dehalar sönecektir.

Kadınları maden ocaklarında çalıştırmak, fabrikalarda birer amele olarak istihdam etmek, bitki ve havyaların yetiştirilmesine ve işlenmesine memur etmek mümkündür. Fakat biz bu noktada bir ihtar çığlığı halinde bütün beşeriyete haber verelim ki eğer sizin için “insan unsurunun işlenmesi ve geliştirilmesi” madenlerin, bitkilerin ve hayvanların işlenmesinden daha mühim, daha içtimai ve daha iktisadi ise lütfen kadını yüce “analık vazifesinden” uzaklaştırıcı oyunlardan ve tertiplerden vazgeçin. Esefle belirtelim ki bugün kapitalizmin ve komünizmin imal ettiği kadın tipleri beşeriyet için hayırlı olmayacaktır ve hayırlı olmamaktadır.

(İlm-i Hal, Seyit Ahmet Arvasi, S.313-318)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HALUK’UN AMENTÜSÜ

AYBALA

ÖZBEKİSTAN