Kayıtlar

Ekim, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SUN'İ BİR DİN MEYDANA GETİRİLEMEZ

Din, samimiyet ister. Yalan üzerine gerçek bina edilemez Bununla beraber, tarihte «sahte din kurucusu» iddiacılarına da rastlanmıştır. Fakat, din, iman, ihlâs, aşk ve doğruluk istediğinden «sahte peygamberlerin» ve «sun'i din kurucularının» foyası kısa zamanda meydana çıkmıştır. İmam-ı Âzam Hazretlerinin buyurdukları gibi «söz, ancak kalbden gelince kalbe tesir eder». Gerçek peygamber, tebliğ ettiği dine, herkesten önce tâ gönülden inanan, bu inancını, her ne pahasına olursa olsun yaşayan kahramandır. «Sun'i din kurmaya kalkışanların» hikâyesini tarih kitaplarında bulabilirsiniz Biz, bu konuda çok garibimize giden bir örnek üzerinde durmak istiyoruz. 19. yüzyılın ünlü sosyoloğu ve Batılıya göre «sosyolojinin kurucusu», «pozitivizmin öncüsü» Auguste Comte, ne hazindir ki, böyle bir «sun'i din» kurucusu olmak iddiasını taşır. Bilindiği gibi Auguste Comte (1789-1857) yılları arasında yaşamıştır. Fransız'dır, tıbbiyeden kovulmalıdır. "Systeme de Plitiqne Positive» adlı

İNSANIN ZEKÂSI VE AKLI

Zekânın çeşitli tarifleri yapılmıştır. Kimine göre zekâ. canlıların intibak kaabiliyeti, kimine göre öğrenme gücü, kimine göre problem çözme ve münasebetleri kavrama hızıdır. Bütün bunlarda, zekâyı, tanımaya yardım eden bir unsur bulmak mümkündür. Fakat, bizce zekâ, idrâkin tecrid (soyutlama), tamim (genelleme) ve ulvî olana tırmanma gücüdür. İnsan, diğer canlılara nazaran daha zekidir, diyoruz. Bu insan idrâkinin, onlara nazaran, güçlü tecrid ve tanım kaabiliyetine sahip olduğunu kabul etmek demektir. Bizi çevreleyen canlı cansız varlıkların bağrına yerleştirilmiş «mesajlar», «objektif veriler» halinde duyu organlarımıza ulaşırlar, biz, yalnız onların idrâkinde kalmayız, onları tecrid ve tamimlerle mefhumlara (kavramlara), hükümlere ve düşünceye kadar işleyerek şuurumuzda yüceltiriz. Kısaca, varlıklardan, olaylardan taşan veriler, insan zihninde ve idrâkinde tasnif edilir, ayıklanır, mânâlandırılır ve yüceltilir. İşte zekâ bu kaabiliyetimizdir insan bu kaabiliyetle doğar. Araştırmacıl

BİLGİNİN KAYNAĞI ALLAH'TIR YARATIKLAR İSE, BİLGİ TAŞIYICISIDIRLAR

Daha önceki yazılarımızda belirtmiştik. Batı'lı filozof varlığın, mahiyeti ve bilginin kaynağı etrafında düşünürken «insan zihni» ile «eşyanın verileri» arasında yalpalamakta, amprizm ile rasyonalizm, materyalizm ile idealizm, dogmatizm ise septisizm... arasında dönüp durmaktadır. Bazan maddede, bazan ruhta karar kılmakta ve fakat bir «fasit daireden» kurtulamamaktadır. İslâm'ın vahyin aydınlığında yıkanmış tefekkürüne göre ise, gerçek ve mutlak varlık sadece Allah'tır. Diğer varlıklar yani bütün «mahlûkat», Allah'ın sıfatlarının tecellileri olarak ve birer «ilâhî mesaj» olarak bilgi yüklüdürler. Madde, hayat, ruh, Mutlak Varlıktan aldıkları bilgi yükünü kendi mahiyetlerine-tabir caizse kendi dillerine- göre, yansıtırlar. Bilginin tek ve mutlak kaynağı «Âlim» ismi ile muttasıf olan (sıfatlanan) Allah'tır. Madde, hayat ve ruh ise birer bilgi taşıyıcısıdır. Dünyamızı ve kâinatımızı dolduran objeler ve varlıklar, taşıdıkları bilgi yükünden habersiz birer mektup gibi, «

YARATIKLAR, YARADAN'ıN «MESAJLARIDIR»

Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır. Madde, hayat, ruh, varlık tezahürleri olup varlıklarını Mutlak Varlık'ta bulurlar, ancak O'nunla varlıkta durabilirler. O, diledikçe vardırlar. Muhalfarz, Mutlak Varlık olmasa idi, herşey mutlak yoklukta kalacaktı, yani varlıkları muhal olacaktı. Görülüyor ki, yokluk bile ancak O'nunla «yok»tur. Allah, mutlak varlığı ile, yokluğu yokluğa mahkûm eden varlıktır. «Kur'ân-ı Kerîm'in açık hükmüne göre, «herşey O'ndan geldi, yine O'na dönecektir.» İmam-ı Gazalî'ye göre: «Mahlûk (yaratıklar), Hâlık'ın (Yaradan'ın) anahtarıdır». Her varlık, ister madde, ister

MUTLAK VARLIK SADECE ALLAH'TIR

Madde, hayat ve ruh, itibarî (relatif) varlıklardır, Mutlak Varlık ise sadece Allah...İtibarî ve izafî varlıklar, yokolan varlıklar demek değildir. Varlıklarını Mutlak Varlığa borçludurlar. O'nunla vardırlar, O'nunla varlıkta durmaktadırlar. İtibarî ve izafî varlıklar, ne «hiç» tirler, ne de «hep»; onlar, sıfır da olamazlar, sonsuz da olamazlar. Hayat ve ruh konusundaki görüşlerimizi ileride açıklamak üzere, biz, şimdilik, madde ve üç boyutlu varlıklar ve tezahürlerine, neden «mutlak» gözü iie bakamadığımızı açıklamaya çalışalım. «Mutlak» olan iki şeyden söz edilebilir: Birincisi «Mutlak Varlık», ikincisi de «mutlak yokluk». Mutlak Varlık Allah'tır, mutlak yokluk ise «yok»tur. İslâm'da Allah, benzeri ve zıddı olmayan varlıktır. İslâm, «Mutlak Varlık»ta var olma cehdini getirdiği halde, Budizm, «mutlak yoklukta» tükenme ıstırabını savundu. Oysa varlıktan hiçliğe (Nirvanaya) giden bir yol yoktur. İslâm'a göre: «Herşey Allah'tan geldi, yine Allah'a dönecektir.»

İNSAN, ALLAH'I BİLMEKLE YÜKÜMLÜDÜR

insanlardan gayrı varlıklar, sanki bilmekten çok bilinmek için yaratılmışlardır. Onlar. insan gibi «bilmenin çilesini» yaşamıyorlar. İnsandan gayrı her varlık, zarfına konmuş bir mektup gibi, kendinde yazılanlardan habersiz olup muhatabının eline ulaşmayı bekliyor. Sistemimizi aydınlatan güneş bile kendisinin farkında değil, bilmenin çilesini yüklenmemiş. İlim, insan şuurunun şanlı aydınlığında yoğrulur. Bu sebepten insan şuuru, kâinatın içine asılmış, en gerçek aydınlık kaynağıdır. İnsan, maddesi ve bedeni ile çok küçük ve önemsiz bir varlıktır. Lâkin, kâinata ve varlık âlemine bir gözlemci olarak yönelen ruh ve şuuru ile gerçekten muhteşemdir. Bu sebepten «en güzel surette yaratılmış» ve «Allah'ın yeryüzündeki kutlu vekli» olmuştur. İnsan, kendini incelerken, objet-sujet bütünleşir diyoruz. İnsanın idrak ve şuuru da varlık tezahürlerinden birisi olmakla birlikte, diğer varlıklardan farklı olarak yalnız bilginin konusu olarak kalmamakta, bilginin şuuruna da varabilmektedir. İnsan,

İNSANÎN AÇLIĞI

Üzerinde en çok konuşulan konulardan biridir açlık. Bu konu o kadar istismar edilmiştir ki, bir «açlık edebiyatından» bile söz edenler var. Açlığın ilmi de yapılmış. Açık açlık, gizli açlık, marazı (patolojik) açlık... Bilindiği üzere, insan organizması da, tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi, kendine mahsus ve belli bir elementler kompozısyonu durumundadır. Bilmem ne kadar su, ne kadar kireç, ne kadar kömür, ne kadar demir, fosfor, azot vesaire gibi elementlerin dengesi üzerine kuruludur. İnsanda bu dengenin tam ve eksiksiz bulunduğunu kabul edebileceğimiz teorik durumu «homostatik denge» olarak isimlendirirler. Fakat insan, devamlı bir hareket ve mücadele durumunda olduğundan, devamlı olarak «enerji» sarfettiğinden bu denge, bir taraftan bozulurken, biz de bir taraftan eksilen elementleri tamamlamak üzere beslenmek zorunda kalırız. İşte «fizyoljik acıkma» budur. Fizyolojik acıkma «mide kazıntısı» biçiminde gözükürse «açık açlık», cilt rahatsızlıkları, tırnak çatlaması gibi biçimlerde

ENDÜSTRİCİLİK VE TEKNİKÇİLİK

Bugün dünya atom, nükleer ve uzay çağına girmiş bulunmaktadır. İnsanlığın hayatında endüstri, makina ve önemli yeri almış bulunmaktadır. Türk milletinin 300 yıla vararı bir dönem içinde uğramış olduğu yenilgiler ve karşılaşmış olduğu felâketler, acılar, gelişen makina gücünün endüstri gücünün karşısında Türk miletinin kol gücüyle, hayvan gücüyle yalın bir durumda kalmış olmasıdır. Bugün bir toplumun güçlü olması herşeyden önce modern sanayi kuruluşu olmasına, teknikte ve endüstride en yüksek seviyeye çıkmış bulunmasına bağlıdır. YılIarca memleketimizde birtakım tartışmalar olmuştur. Türkiye bir ziraat memleketi mi olmalıdır, ziraatını mı geliştirmelidir, sanayileşmeye fazla yönelmemelimidir yönelmeli midir gibi tartışmalar ortaya atılmıştır. Modern bir toplum olmak güçlü bir devlet, millet haline gelmek için Türkiye'nin en kısa zamanda dünyanın en ileri endüstri ülkesi haline gelmesi gerekmektedir. Bu tarımın ihmâl edileceği, tarımın terkedileceği anlamına gelmez. Türk millieti end

GELİŞMECİLİK

Milli Doktrin Dokuz Işık'ın sekizinci ilkesi "Gelişmecilik" tir. Gelişmecilik şu demektir: Daima daha iyiyi, daha gelişmiş bir durumu el de etmek için araştırma yapmak; daha iyiye, daha mükemmele varmak arzusu taşımak ve bunun için çareler aramaktır. Gelişmecilikte içinde bulunulan durum düzeltilerek, o durum basamak yapılarak bir merdiven basamağın önüne daha yüksek basamaklar kurarak, bu basamaklara basarak daha iyiye yükselmek, daha güzele yükselmek, daha olgunu bulmak, elde etmek demektir. Gelişmecilikte içinde bulunulan durumu yıkmak, devirmek söz konusu değildir. İçinde bulunulan durumu düzeltmek, yeniden durumu düzeltmek, yeniden düzenlemek, geliştirmek bahis konusudur. Yeni devrimcilik, gelişmeciliğin zıddı bir düşüncedir; görüştür. Gelişmecilikte devrimciliği milletimizin kalkınması için bir yol olarak görmediğimizi, benimsemediğimizi anlatmak istemekteyiz. Neden devrimciliği bir yol olarak kabul etmiyoruz? Çünkü devrimcilik geçmişe ait her şeyi yıkmak, geçmişe a

KÖYCÜLÜK

Milli Doktrin Dokuz Işık'ın önemli esaslarından birisi de köycülüktür. Türk milletinin bugün hala % 65'i köylerde yaşamaktadır. Onun için nüfusumuzun % 65'ini teşkil eden köylünün dertlerini süratle çözerek çareler bulmak ve köylümüzün elinden tutarak kalkındırmak, Türk milletinin kalkınması için başta gelen bir konudur. Bugün Türkiye'mizde kırk beş bin civarında köy ve mezraalar, ufak ufak, çeşitli yerleşme yerleriyle beraber 70 bini aşan yerleşme yeri bulunmaktadır. Bunların hepsinin ilgiye ihtiyacı vardır, ihtimama ihtiyacı vardır bakıma ihtiyacı vardır. Nüfusumuzun % 65'i köylü olduğuna, köylerde yaşadığına göre, bu, aşağı yukarı 28 milyon insan demektir. Yâni 42 milyonu aşan nüfusa sahip olan Türkiye'nin 26,5 milyon insanı köylerde, mezraalarda yaşamaktadır demektir. Bu insanlar bugün % 90 denecek kadar doktorsuz, bakımsız, ışıksız ve birçok ihtiyaçları halledilmemiş durumdadırlar. Bunların süratle ellerinden tutularak kalkındırılması, teşkilatlandırılması

HÜRRİYETÇİLİK VE HAKÇILIK

İnsanlar için mutluluk herşeyden önce hür olmaya bağlıdır. İnsanlığı aşağılatan en tiksindirici hal insanların köle olmaları, köle yapılmalarıdır. Biz Milli Doktrin Dokuz Işık'ta ne başkalarını uşak olarak kullanmayı, ne de başkalarına uşak olmayı kabul eden bir görüşü esas almış bulunmaktayız. İnsanları aşağılatan, en tiksindiricl hâl olan, köleliğe karşıyız. Türk milletinin, Türk toplumunun her manâda özgür olmasıyla mutlu olacağına, yükselebileceğine inanmaktayız. Bu bakımdan her ne bahane ile olursa olsun, her ne isim altında olursa olsun insanları hürriyetsizliğe sürükleyen her çeşit davranışa karşıyız. Hürriyet derken sadece siyasi hürriyeti değil, ekonomik hürriyeti, sosyal hürriyeti, ilim hürriyetini, kısacası İnsan Hakları Beyannamesi'nde ve Birleşmiş Milletler Anayasası'nda ifadesini bulan tüm hürriyetleri bir bütün oilarak kasdetmekteyiz. Türk milleti için uygun gördüğümüz yönetim sistemi de Hürriyetçi Demokrasi sistemidir. Bu bakımdan Demokratik Nizamın korunmas

FATİHA

بسم الله الرحمن الرحيم1. Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. 2. الحمد لله رب العلمين Hamd âlemlerin Rabbi,olan Allah'-a/-için dır. 3. الرحمن الرحيم O Rahmân ve Rahimdir, 4. ملك يوم الدين Din gününün maliki(sahibi). 5. اياك نعبد واياك نستعين Ancak sana kulluk ederiz ve ancak senden yardım dileriz. 6. اهدنا الصرط المستقيم Bizi müstakim/doğru/doğruluğu isteyenin yol(un)a hidayet eyle. 7. صرط الذين انعمت عليهم غير المغضوب عليهم ولا الضالين Kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil. (Amin)

İLİMCİLİK

Bugün dünya üzerinde ilimdeki büyük gelişmeler insanlığa uçsuz bucaksız gelişme ve mutluluk ufukları açmıştır. Bir memleketin refahlı olması, güçlü olması herşeyden önce o memlekette yaşayan insanların ilimde, teknikte ileri bir seviyeye ulaşmış olmaları ile mümkündür. Bir milletin askeri gücü de ilim ve teknik gücüne, medenî seviyesine bağlıdır. İlimde, teknikte geri kalmış bir ülkenin insanları ne kadar kahraman yaratılışlı olurlarsa olsunlar, onların milli savunma yönünden, askerlik yönünden güçlü olmaları mümkün değildir. Bu sebeplerden Türkiye'yi kalkındırmayı düşünürken Türk milletinin hızla bir ân önce refaha kavuşmasını, mutluluğa kavuşmasını ve güçlü bir varlığa sahip olmasını sağlamak için ilim ve teknikte büyük bir ilerleme kaydetmek mecburiyetindeyiz. Bunun için Türkiye'nin ilimde, teknikte süratle en yüksek seviyeye çıkmasını, hızla modern sanayii kurmasını, tarımını modernleştirmesini sağlamak için dünya çapında yüksek kaliteli, liyâkatli ilim adamları ve teknisye

TOPLUMCULUK

Toplumculuk demek : Toplum menfaatinin, toplum varlığının, kişi varlığının üzerinde gözetilmesi demektir. Bu ilke de Türk töresinden kaynağını almaktadır. Türklerin tarih boyu yaşayışlarında daima milletin varlığı, vatanın menfaatleri, devletin menfaatleri ve varlığı kişi varlığının üzerinde, kişi varlığının önünde yer almıştır. Onun için millî doktrin Dokuz Işık'ın toplumculuk ilkesi de bu görüşü ortaya koymak için millî doktrin içinde yer almıştır. Kişiler, toplumun yararını, toplumun yükselmesini, Türk milletinin korunmasını, yükselmesini, yaşatılmasını her şeyin üstünde görecekler ve her hareketi Türk milletine yararlı mı yoksa zararlı mı olur düşüncesiyle değerlendireceklerdir. Bu ilkenin genel anlamda ifadesi budur. Toplumculuk görüşü başlıca iki bölüme ayrılır. Birincisi : Ekonomik görüşü teşkil eden bölümdür. Diğeri ise sosyal yapıyı ilgilendiren, sosyal görüşü temsil eden bölümdür. Ekonomik görüşümüzü şöylece ifade edebiliriz. Türk milletinin süratle kalkınması, tarımını m

AHLAKÇILIK

Bir toplumda insanların birbirlerini incitmeden, birbirlerine zarar vermeden, sağlıklarını koruyarak, tabiat güçlerinin tesirlerinden en iyi yararlanacak şekilde hareketlerini tanzim etmelerini sağlamaya yarayan kuralların toplamı ahlâkı meydana getirir. Ahlâk, kişinin davranışlarını ayarlayan, sınırlayan ve bu davranışların hem kendisi için yararlı olmasını, kendisine mutluluk sağlayacak şekilde düzenlenmesini hem de çevresini rahatsız etmeden, zarara sokmadan çevresiyle uyuşmasını sağlamak üzere konulmuş olan kaidelerdir; münasebet prensipleridir, yaşama prensipleridir. Ahlâk insanların inancından ve dünya görüşünden doğmakta, kaynağını almaktadır. Bunun için, gerek toplumun gerekse toplumu meydana getiren kişilerin ayrı ayrı inançları, yaşama görüşleri, yaşama felsefeleri ahlâkın kaynağını, temelini teşkil etmektedir. Bu bakımdan kişilerin ve toplumun dünya görüşü, yaşama felsefesi ve taşıdıkları inanç çok önemlidir. Biz, Türk toplumunun dünya görüşünün, yaşama felsefesinin kendi di

ÜLKÜCÜLÜK

Ülkücülük batı dillerinden dilimize giren idealistik kelimesiyle aynı olan bir anlam belirtmektedir. Ülkücülük veya idealizm insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır. İnsanlar arasında idealistler yetişmeseydi insanlık bugün dünyayı aydınlatan birçok gelişmelerini, birçok alanlardaki yükselişlerini sağlayamazdı. Her gerçek, her fikir önce insanların kafasında bir hayâl olarak doğar. İnsanlar hayal ederler. Hayâl kurarlar. Bu hayalleri kendileri için iyi olan, kendilerinin özledikleri, elde etmekle mutluluk duyacakları bir takım istekleri, birtakım özleyişleri belirtir. İnsanlar hayâlleriyle diğer canlılardan bir ayrıcalık gösterirler ve gerçekten insanlık vasfını kazanmış olurlar. İşte ülkücülük de yani idealizm de insanların ve insan topluluklarının kendileri için varılması mutluluk sağlayacak, varılmasıyla en gelişmiş, e

MİLLİYETÇİLİK

Dünya üzerinde insan toplulukları milletler halinde yaşamaktadırlar. Her millet kendi özelliklerini korumaya, geliştirmeye gayret etmekte ve kendi topluluğunu diğer milletlerden daha ileri, daha yüksek, daha refahlı yapmaya çalışmâktadır. Milletler arasındaki bu rekabet ve karşılıklı yarışma, milleti meydana getiren insanların müşterek duygular halinde birleşmeleri ve müşterek bir millî şuur etrafında toptanarak kendi toplum varlıklarını, belirli hedeflere yöneltmek şuuruna sahip olmalarıyla mümkündür. Milletlerin faaliyetlerinde, yükselmelerinde ve kendi toplumlarını refaha kavuşturmak, geliştirmek çabalarında Milliyetçilik şuuru ve Milliyetçilik duygusu başlıca tesir yapan faktör olmaktadır. Milliyetçilik duygusundan yoksun olan bir toplumun millet manzarası göstermesi mümkün değildir. Milliyetçilik duygusuna sahip olmayan milli şuura sahip olmayan bir topluluğun bir arada yaşaması mümkün değildir. Böyle bir duygudan ve şuurdan mahrum toplulukların dış olayların en ufak bir tesirine

İNSAN, KENDİNE YETMİYOR

Allah'tan başka hiçbir varlık mükemmel değildir. Bütün yaratıklar âciz, sınırlı ve fânidir. Bununla beraber, mükemmelliğe, sonsuzluğa, ölümsüzlüğe en fazla ihtiyaç duyan canlı, galiba insandır. Yaratıklar içinde kendi aczini, cehlini ve zulmünü —kendisine tevdi edilen yüksek bir idrak gücü ile— idrak edebilen ve bu idrakle yücelere tırmanmasını bilen de yine insandır. İşte Kur'ân-ı Kerim'de (Azhab suresi, âyet 72'de) öğülen, «cehaletini» ve «zulmünü» idrak edebilen bu insandır. Bilgi edinen varlık (sujet), insandır, bilginin konusu da insandan gayrı şey (objet) lerdir. İnsan, kendini incelemeye yöneldi mi, objet - sujet bütünleşir. Bununla beraber, insan, bilgi edinirken kendini bütün varlık tezahürlerinin dışında tutmaya çalışan bir gözlemci olmak iddiasındadır. Ama insan, düşünürken ve araştırırken bir taraftan dışa, bir taraftan da devamlı olarak kendine bakar. Kısacası, «bilinmeyi dileyen» Mutlak Varlık iradesi ile insanoğlu, kendinin ve varlığın sırrını çözmekle gö