İNSANÎN AÇLIĞI

Üzerinde en çok konuşulan konulardan biridir açlık. Bu konu o kadar istismar edilmiştir ki, bir «açlık edebiyatından» bile söz edenler var. Açlığın ilmi de yapılmış. Açık açlık, gizli açlık, marazı (patolojik) açlık...
Bilindiği üzere, insan organizması da, tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi, kendine mahsus ve belli bir elementler kompozısyonu durumundadır. Bilmem ne kadar su, ne kadar kireç, ne kadar kömür, ne kadar demir, fosfor, azot vesaire gibi elementlerin dengesi üzerine kuruludur. İnsanda bu dengenin tam ve eksiksiz bulunduğunu kabul edebileceğimiz teorik durumu «homostatik denge» olarak isimlendirirler. Fakat insan, devamlı bir hareket ve mücadele durumunda olduğundan, devamlı olarak «enerji» sarfettiğinden bu denge, bir taraftan bozulurken, biz de bir taraftan eksilen elementleri tamamlamak üzere beslenmek zorunda kalırız. İşte «fizyoljik acıkma» budur. Fizyolojik acıkma «mide kazıntısı» biçiminde gözükürse «açık açlık», cilt rahatsızlıkları, tırnak çatlaması gibi biçimlerde tezahür ederse «gizli açlık» adını alır. Gizli açlığın sebebini doktorlar bulur,o bazan kolay kolay hissedilmez.

Maraz, (patolojik) açlık ise, çok defa tatminsizliklerin «telâfi mekanizması» tarzında, doymak bilmez bir iştah ile, «oburlaşmak», fizyolojik ihtiyaç olmadığı halde, «ısrarla, yemek yemek arzusu» tavrında ortaya çıkar. Genellikle sevgiye doymamış, kendini devamlı bir tehlike içinde hisseden birçok insanda bu durumu gözlemek kolaydır. Günümüzde, bu hastalığın kitjelere de sirayet edebileceğini görüyoruz. Manevî boşluğa yuvarlanan «insan gruplarında» bir «tüketim tutkusu» tarzında ortaya çıkan durumun gittikçe genişlemekte olduğunu da müşahede etmek kolaydır.Materyalizmin doğurduğu manevi boşluğu, «din ve iman karın doyurmaz» sözü ile maskeliyerek korkunç bir tüketime, made tutkunluğuna «vadiler dolusu altın verseniz yine vadiler dolusu altın istemek» kaprisine kapılarak telâfi etmek isteyenleri, madde ile doyurabilecek misiniz?

İnşanın acıkması,sadece mîdenin acıkması veya bir elementler dermesinin bozulması tarzında ele alınamaz ki. İnsanın kalbi de, kafası da acıkır. İnsan ekmek kadar, sevgiye, saygıya, hürriyete,din, ahlâk ve sanata da muhtaçtır. Hele, sınırlıyı görüp, sınırsız; ölümlüyü görüp ölümsüzlüğü, esareti görüp hürriyeti, acizliği görüp mükemmelliği, mahluku görüp Halik'i özleyen, İmam-ı Gazalî'nin deyimi ile «mahluku Halik'ın anahtarı bilen» insanı, sadece «karın tokluğuna» mutlu kılacağını sanmak, gerçekten ahmaklık olur. İnsanın şuurunda beliren,sonsuzu arama tarzında ortaya çıkan psikolojik açlığını» ve organizmayı yetersiz bulan onu aşmaya çalışan ruhi özlemlerini, insanın kendini «sonsuzluğa ve ölümsüzlüğe giden bir yolcu» olarak görmesini küçümsemek,insanı tanımamaktır.

İnsanın organizmasını, maddi elementlerle tamamlayabilirsiniz, fakat insan ruhunun ve şuurunun tatmini ve mutluluğu tamamen başka bir meseledir. İnsan için birincisi önemli, ikincisi ise çok daha önemlidir. Kapitalist ve komünist dünyada ilim, sanat, din dahi, insanı fizikman doyurmak için ya bir vasıtadan, yahut, fiziki açlık etrafında dolaşan gölge değerlerden, ibarettir. Oysa, Türk - İslâm ülküsünde, yemek, içmek, uyumak, diğer fizik ve fizyolojik ihtiyaçların tatmini, insanı ilim, sanat ve din gibi yüce değerlerde daha güçlü ve verimli kılmanın vasıtalarından ibarettir. Yüce ülküler ve hedefler için fizik ve materyal güçlere ihtiyacımız vardır. Bu sebepten yüce gayeler için maddî doyum aramak, refah istemek yüce iş sayılarak dinimizce ibadet sayılmıştır. «Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz» hükmü Allah'ındır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HALUK’UN AMENTÜSÜ

AYBALA

ÖZBEKİSTAN