YARATIKLAR, YARADAN'ıN «MESAJLARIDIR»

Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır.

Madde, hayat, ruh, varlık tezahürleri olup varlıklarını Mutlak Varlık'ta bulurlar, ancak O'nunla varlıkta durabilirler. O, diledikçe vardırlar. Muhalfarz, Mutlak Varlık olmasa idi, herşey mutlak yoklukta kalacaktı, yani varlıkları muhal olacaktı. Görülüyor ki, yokluk bile ancak O'nunla «yok»tur. Allah, mutlak varlığı ile, yokluğu yokluğa mahkûm eden varlıktır. «Kur'ân-ı Kerîm'in açık hükmüne göre, «herşey O'ndan geldi, yine O'na dönecektir.»

İmam-ı Gazalî'ye göre: «Mahlûk (yaratıklar), Hâlık'ın (Yaradan'ın) anahtarıdır». Her varlık, ister madde, ister hayat, ister ruh olsun, Mutlak Varlık olan Allah'tan idrak ve şuurumuza ulaşan «âyetleri», «haberleri» ve «mesajları» ifade ederler Bunları idrâk hususunda ise insanlar, farklı gözüküyorlar. Bu idrâk, peygamberlerden «vahiy», velîlerde «ilham», mü'minlerde «basiret» ve bütün insanlarda «haberdâr» olma biçiminde derecelenmiştir.

Madde, ilâhî mesajın kâğıdı ve mürekkebi mesabesinde olup duyularımıza hitap eder. Böyle olunca, madde, Mutlak Varlıktan idrâk ve şuurumuza ulaşan veri (donne) ve uyaranların, duyu organlarımızın karakterine uyarak müşahhaslaşmasıdır. Varlık tezahürlerinin, duyu organlarımızın izafî karakteri ise ortadadır. Bu sebepten yüce peygamberimiz (O'na selâm olsun) «Rabbim bana eşyanın sırlarını aç» diye dua etmişlerdir.

Hayat, ilâhî mesajın kompozisyonu mesabesinde olup sübjektif yapımızla akraba verileri ifade eder. İdrâk ve şuurumuzun, varlık tezahürleri içinde, kendi sübjektif yapısına ve işleyişine uygun tezahürleri bulması demektir.

Ruh ise, ilâhî mesajın ihtiva ettiği mânâ olup, Mutlak Varlık olan Allah'ın emir ve irâdesinin insanla ilgisini ifade eder. Biz ruhu, materyalistler gibi, «organizmanın fonksiyonları)» olarak tarif etmeyiz. Ruh, yüce kitabımıza göre,«Rabbani emirler» cümlesindendir. Ruhun varlığı, organizmanın varlığına bağlı değildir.Ruhun sadece,organizma ile ilgisi vardır;organizmanın dağılıp yok olması ile ruh, yok olamaz. Sevgilimizden gelen «mektubun» kaybolması veya yok olması «aramızdaki ilginin» de kaybolması ve yok olması mânâsına gelemez. İlâhî mesajın kâğıdı gibi duran organizmanın çürüyüp mahvolması ile mesajın ifade ettiği ilgiyi ve mânâyı temsil eden ruh ölmez. O sevgili diledikçe vardır.

Ne madde, ne hayat, ne de ruh tanrılaştırılabilirler. Ne de O'ndan bir parça olabilirler. İmam-ı Rabbani Ahmed Faru kî Hazretleri (1561 -1624) Allah'ı «bütün varlık tezahürlerinin ötesinde» aramamız gerektiğini ifade buyurmuşlardır. Buradaki «öte» sözü zaman ve mekân içinde düşünülmemelidir. İdrâkimize gelen herşeyin, yine idrâkimizin «ötesindeki» ebedî bir hakikati koşturma şeklinde düşünülmelidir. Madde, hayat ve ruhun gerçek mahiyetleri, mutlak varlık olan Allah'ın «zât ve sıfatlarına» yaklaştıkça çözülebilir.

Allah, mutlak varlıktır. O objektif ve sübjektif hiçbir varlık tezahürü ile ifade edilemez. Sevgiliden gelen mektubun ne kendisi, ne kâğıdı, ne kompozisyonu, ne de taşıdığı mânâ «sevgiiinin kendisi»dir. Sevgili bana «şahdamarımdan daha yakın» olduğu halde, idrâkime sonsuzca uzak duruyor. Fakat, «mesajın» O'ndan geldiği muhakkaktır. İslâm'da tasavvuf,bu sırrı kurcalamaya çalışır. Mutasavvıflar «eserde müessiri gören» aşk sarhoşluğu dönemini geçtikten sonra «sevgilinin ele geçmezliği» ile geri dönerler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HALUK’UN AMENTÜSÜ

AYBALA

ÖZBEKİSTAN