İSLÂM'A GÖRE «DİN» ÂLEMŞÜMULDÜR


İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur.
Âlemşümul (üniversel) kavramı ile beynelmilel (international) kavramını birbirine karıştırmamak gerekir. Âlemşümul, bütün zaman ve mekân için geçerli olan bir hakikati, beynelmilel ise belli bir zaman ve mekân zarfında milletlerin aralarında uymayı kararlaştırdıkları veya gerçekleştirmek istedikleri değişebilir «norm» ve müesseseleri ifade eder.

Aslında «din müessesesi», insanlık tarihinin her safhasında, kısaca bütün zaman ve mekânlarda mevcut olmuştur. Tarihin, hiçbir döneminde «lâik» bir kültür ve medeniyete rastla-nılamamıştır. Bütün toplumlar, dini aramışlar ve idraklerine göre yaşamışlardır.

Hiç şüphesiz, dini, dinin getirdiği hakikati anlamada, Allah'tan beşer idrakine ulaşan «mesajları» yorumlamada, peygamber tebliğlerini idrakte ve yaşamada fertlerin, grupların, kavimlerin farklılaştığını görüyoruz. Gerçekten de insanoğlu, âlemşümul ve mutlak gerçeği özleyip aradığı halde, kendi idrakinin sınırlarına gelip dayanmış ve itibarî bir değerle yetinmek zorunda kalmıştır. Ama, insan idrâkinin bu yetersizliği, «âlemşümul hakikati» inkâr ve ihmal etmesine yetmez. Hiç şüphesiz, mutlak varlık olarak Allah vardır, ancak insan idrâki, bu mutlak varlığı beş duyusu ile veya tasavvurlar ile yakalamaya kalkıştığı zaman «açık» veya «gizli» putperest durumuna düşmektedir.


Böylece, birçok toplumda örneğine rastladığımız gibi, bazı insanların güneşi, göçü, yıldızları, çeşitli tabiat kuvvetlerin , bitkileri, hayvanları güçlü insanları, yahut topyekün insanlığı, veyahut vehim ve hayallerini tanrılaştırıklarını görüyoruz.

«Hiç»e (Nirvana'ya) yönelen Budist," kobra yılanı önünde> diz çöken Hindu kadın, Zeus, Apollon ve Afrodit heykelleri önünde dua eden Eski Grek, bunların sadece adlarını değiştirerek tapınan Eski Romalı, yüce bir peygamberi ve annesini yukarıdaki «üçlemeye» benzeterek, putperestlik dönemindeki «archetype» (kök - tiplerinden ayrılmayarak «bir tanrılar ailesine» tapınan Hıristiyan dünyası, kavmine «âlemlerin Rabbinden» haber veren "yüce peygamberlerin tebliğlerini, «kavm bir egoizm» ile değiştirerek, bütün varlıkların Yaradanım «İsrail'in Yahovası» durumuna getiren hahamlar, maalesef dinin âlemşümul hakikatini «örtmeye» sebep olmuşlardır. İslâm'da «küfür», hakikati örtmek ve perdelemek demektir.

İslâm'da Allah, âlemlerin sahibidir, mutlak varlık olarak vardır, özlenilen ve fakat beş duyuya ve tasavvura gelmeyen ezelî ve ebedî hakikattir. Hiçbir itibarî varlık, Mutlak Varlığı ifade ve temsil edemez.

Bununla beraber islâmiyet, kendi inanç ve esaslarından asla taviz vermeksizin insanın ferdî ve içtimaî gerçeklerine değer verir. Ferdin ve toplumun kendi inanç ve esaslarına ters düşmeyen değerlerini geliştirir. Milli ve mahallî değerleri örf ve âdetleri, kendi prensipleri içinde nizama sokar. İslâmiyet, millî varlığı ve değerleri inkâr etmez, ondaki «küfrü» ayıklar milleti yıkmadan —bilâkis güçlendirerek— müslümanlaştırır.

Türk - İslâm ülküsü, Türk Milleti'ni İslâm'la, İslâm dinini Türk Milleti ile güçlendirmek ve yüceltmek demektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HALUK’UN AMENTÜSÜ

AYBALA

ÖZBEKİSTAN